Müzisyen, bestekâr ve Pop Akademie Baden-Württemberg Dünya Müziği Bölüm Başkanı ve eğitmen Kemal Dinç, bizimle göç hikâyesini, müziğin bu hikâyede oynadığı rolü ve bu hikâyenin müziğindeki etkisini paylaştı.
İstanbul’daki Türkan Şoray İlkokulu’nda eğitim görmüş, Türkçesi iyi bir çocuktum. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin okulumuzda sahnelediği tiyatro oyunlarını, etkinlikleri küçük yaşta deneyimlemiştim. Bando ekibindeydim.
11 yaşında, dilini hiç bilmediğim bu ülkeye geldim. Alman Hükümeti de 80’lerdeki bu beklenmedik göçe hazırlıklı değildi. Yabancılar için bugünkü gibi bir eğitim programı hazır değildi. Çocuklar bir günden diğerine, bambaşka bir dilde eğitimle karşı karşıya kalıyordu.
Ben de o yaşlarda, bu yaşadıklarımdan ötürü kendimi uzaydan düşmüş garip bir yaratık gibi hissetmiştim. Hatta ailemi bile garipsemiştim, kardeşlerim vardı ama onlara da yabancılaşmıştım. Annemle hâlâ konuşuruz o günleri, “Seni anlayamıyorduk, çok farklıydın,” der bana.
O zamanlarda bana tanıdık gelen tek bir şey vardı, o da babamın duvarda asılı duran, belki yılda 3-5 kez alıp çaldığı bağlaması…
Bağlamayla bir bağ kurdum: Onu tanıyor, biliyordum ancak onunla tam anlamıyla tanışmam işte o zamanlar başladı. Dışarıdaki sosyal hayatım hemen hemen sıfırdı. Okula gidiyordum ama gruplara, spor aktivitelerine dli bilmediğim için dâhil olmuyordum. Bu yüzden bağlamaya odaklandım ve gece gündüz çalışmaya başladım. 13-14 yaşlarında, sazı iyi tanıyor ve çalıyordum. Tek dostum oydu.
Artık bir meslek öğrenme yaşım geldiğinde aileme konservatuar okumak istediğimi söyledim. Bu yolda para kazanamayacağım yanıtını aldım. Oysa tek bir hayalim vardı o da müzisyen olmak…
Birkaç yıl sonra bu hayal uğruna evi terk ettim. Eskiden tanıdığım Yunan bir arkadaşımla beraber yaşamaya başladık. Kendisi bateristti ve füzyon müzikler yapıyordu. Ben de böylece bambaşka bir dünyayla tanışmış oldum. Bağlamam elimde, rock, hiphop ve benzer tarzdaki müziklerle yakınlaştım. Bunun bir okulu olması gerektiğini düşünüyor ve müzik okumak istiyordum. Hatta bir resitalimde bağlamayı çok sevmiş bir gitar hocası bana “Bağlama okuyamıyorsan gitar okuyabilirsin. Ben sana gönüllü gitar öğretirim ama bir şartım var: Gitar öğrensen de bağlamayı asla bırakmayacaksın.”
Böylece akademik hayatım gitarla başladı. Okuduğum ve yüksek lisans yaptığım Leipzig’te çok yönlü arkadaşlarım oldu. Yani dünyayı tanıdım diyebilirim.
Almanya’daki okulların güzel bir yanı, dünyanın her yerinden gelen ve klasik müzik eğitimi alırken kendi kültüründen ve kendilerinden de bir şeyler katan öğrencilerle ve öğretmenlerle dolu olması. İtalyan klasik gitar hocam bana hep şunu söylerdi: “Klasik müziği yaparken Alman disipliniyle öğren, Alman disipliniyle çalış ama bir Alman gibi çalma. Yani o Anadolu’dan geldiğin o yapıyı gitara yansıt, müziğe yansıt, önemli olan da bu.”
Bu yazı Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün desteğiyle hayata geçirilen #60JahreMusik projesinin bir parçası olarak hazırlanmıştır.
https://www.istanbulberlin.com/kemal-dinc-kisaca/